Çağdaş doğa bilimlerinin temelindeki değişikliklerin, varlığımızın temellerindeki değişmelerin bir belirtisi sayılabileceğini her zaman dile getirmişizdir. Bu değişiklikler, birçok noktada, gerek düşünce... Daha fazla göster
Çağdaş doğa bilimlerinin temelindeki değişikliklerin, varlığımızın temellerindeki değişmelerin bir belirtisi sayılabileceğini her zaman dile getirmişizdir. Bu değişiklikler, birçok noktada, gerek düşünce alışkanlıklarımızla yaşayışımızdaki değişmede, gerek savaş ve devrim gibi dış yıkımlarda kendini göstermektedir. Doğa bilimlerinin durumundan başlayarak hareketli temellere doğru, adım adım ilerlemek istenirse, tarihte insan bu dünya üzerinde ilk kez tek başına, dostsuz, düşmansız kalmıştır dersek, koşulları fazla basitleştirmiş olmayacağımızı sanıyoruz. İnsanın dış tehlikelere karşı yaptığı savaş bakımından, bilindik bir gerçektir bu. Geçmişte yabanıl hayvanlar, hastalıklar, açlık, soğuk ve başka doğa güçleri insanın gözünü yıldıran tehlikelerdi ve her teknik gelişme bu savaşta insanın durumunu güçlendiren bir ilerleme oldu. Dünya nüfusunun gitgide yoğunlaştığı bir çağda, yani çağımızda, yaşama olanaklarının sınırlanması ile ilgili tehlikeler her şeyden önce dünya nimetleri üzerinde hak isteyen başka insanlardan da geliyor. Ama burada tekniğin gelişmesi zorunlu bir ilerleme sayılamaz. “İnsan tek başına kalmıştır” sözünün teknik çağda daha geniş bir anlamı var. Eskiden, insan doğayla karşı karşıyaydı: Doğaüstünde yaşayan her çeşit canlıyla birlikte bir ülkedeydi ve kendi yasalarıyla yaşardı. İnsan şöyle veya böyle ona uymak zorundaydı. Bugünse, insan eliyle baştan başa değişmiş bir dünyada yaşıyoruz. Her yerde onun yarattığı şeyleri görüyoruz. Günlük hayatta kullanılan araçlar, makineyle hazırlanan yiyecekler, insan elinin değiştirdiği doğa görünümleri. Öyle ki, insan artık yalnız kendi kendisiyle karşılaşır olmuştur. Bu oluşmanın gerçekleşmekten uzak olduğu bölgeler var şüphesiz. Ama insan kaçınılmaz şekilde bir gün doğaya tamamen egemen olacaktır.
Bu yeni durum, bugünkü doğa biliminde en açık biçimiyle görünmektedir. Yukarıda da dediğimiz gibi, modern doğa bilimleri bize şunu gösterir: Maddenin, başlangıçta son nesnel gerçek sayılan parçacıklarına artık “kendinden” bir şey gözüyle bakamayız; bunlar zaman ve uzay içinde nesnel olarak saptanamazlar ve elimizde bilim konusu olarak yalnız bu parçacıklar üstüne bilgimiz var. Buna göre, atomlarla onların “kendinden” yani deneysel gözlemden bağımsız, hareketlerine ait bilgi, araştırma konusu olmaktan çıkmıştır artık. Biz, daha çok şimdi, insanla doğa arasındaki karşılıklı konuşmanın -ki bilim bunun bir parçasıdır- tam ortasındayız.